Serenad Kitap İncelemesi
Yılın ilk gününden merhaba! Bize nice felaketler yaşatan 2020'yi uğurlayarak yeni bir seneye başlangıç yaparken bugün yazdığım blogla okuyanları Zülfü Livaneli'nin çok sevdiğim Serenad romanına götürmeyi planlıyorum. Geçmişin derinliklerinde saklı kalmış acıların gün yüzüne çıktığı roman, çok çarpıcı ve santimental ögeleri konu ediniyor; aynı zamanda okuru tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.
Maya Duran isminde 36 yaşındaki bir kadının hayat mücadelesiyle başlayan kitap sonunu tahmin edemeyeceğiniz serüvenlere ulaşıyor. Maya, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler işini yürütmekte olan bir kadındır. Eşinden boşanmıştır ve dünyayı bilgisayar ekranından ibaret gören, vaktinin çoğunu bilgisayar oyunu oynayarak geçiren 14 yaşında bir oğlu vardır. Eşi nafaka ödemediği için oğlunun ve kendinin masraflarını karşılamak zorundadır; bu sebepten uzun zamandır işine devam ederek bu ihtiyaçlarını gidermiş, geçimini sürdürmüştür. Görevlerinden biri de üniversiteye misafir olarak gelen eski hocaları karşılamak, onlarla ilgilenmektir. Bir gün Maximilian Wagner iminde bir hukuk profesörünü karşılamasının istenmesiyle Maya'nın hayatı tamamen değişir.
Profesör Amerika'da yaşamakta ve hocalık yapmaktadır fakat aslen Almandır. Maya onun geleceği gün şoför Süleyman ile havaalanına gider ve bekler. Maximilian gelir, çok yaşlı fakat yaşını göstermeyecek derecede çevik ve yakışıklı bir adamdır. 1939 ve 1942 yılları arasında İstanbul'da yaşamış ve hocalık yapmış olan profesörün geçmişinde saklı bir şeyler var gibidir. İstanbul'u görünce duygulanır ve tarihi Pera Palas Oteli'nde kalmak istediğini söyler. Maya da onu o otele yerleştirir. Üniversitenin rektörü Maya'dan profesörü sürekli takip etmesini ister. Profesörle ilgilenmek Maya'nın görevi olmuştur. Maya ertesi gün profesörün yanına gittiğinde profesör Şile'ye gitmek ister. Sabahın 5'inde profesörün isteği üzerine Şile'ye giderler. O delici soğukta profesör denize karşı dönerek keman çalmaya başlar ve serenat yapar. Bu şekilde soğuk havada saatlerce keman çalan profesör donmanın eşiğine gelmiştir fakat yine de durmadan çalmaya devam eder. Maya profesöre yaklaştığında her yanının mosmor kesildiğini görür ve adamın donarak ölmek üzere olduğunu anlar. Profesör bir yandan da anlaşılmaz bir şekilde bir şeyler sayıklamaktadır. Maya ne yapacağını bilemez, profesörü arabaya bindirip oradan uzaklaşmayı düşünür, bu noktada araba bozulmuştur ve çalışmaz fakat kaybedecek zaman kalmamıştır. Bunun üzerine Maya profesörü güç bela yakınlardaki bir otele götürür fakat o otel de çalışır durumda değildir, ısıtma sistemi bozuktur bu yüzden odalar bomboştur aynı zamanda buz gibidir. Maya, profesörü bir odaya götürür. Bilinci yerinde olmayan adam soğuktan donmak ve hayatını kaybetmek üzeredir. İçinde hiçbir ısıtma aracı olmayan oda profesörün kendine gelmesine olanak sağlamamıştır. Maya çok çaresiz kalmıştır, çok önemli bir şahsiyet olan profesörün donarak hayatını kaybetmesi hem çok vahim bir durum hem onu ağırlayan üniversite için bir skandal olacaktır.
Maya düşünmeden kıyafetlerini çıkartır ve profesörün yanına uzanarak onu sarıp sarmalar. Kendi vücut ısısı o anda profesörü hayata geri getirmek için kullanabileceği tek ısı kaynağıdır. Vücudundaki ısıyı yaşlı adama aktarıp onun buz kesmiş vücudundaki soğukluğu kendi bedenine kazandırırken profesörün hayatta kalması tek düşüncesi ve isteğidir. Bu sırada odaya giren ve onları o şekilde gören şoför Süleyman her şeyi yanlış anlar, öfkeli bir şekilde onları orada bırakıp gider. Vücuduna erişen ısı parçasıyla kendine gelmeye başlayan profesörü, Maya başka bir vasıta bularak hastaneye ulaştırır.
O günden sonra Maya, profesörün neden o soğuk havada saatlerce keman çaldığını, hikâyesinin ne olduğunu sorar. Maya'ya minnet dolu olan profesör ona hikâyesini anlatır. Alman ve katolik olan profesör gençliğinde yahudi bir kıza aşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Bu esnada Hitler yahudileri katletmeye başlamıştır. Karısının ölmemesi için bulunduğu yerden ayrılmak zorunda olan profesör, Türkiye’nin türlü mesleklere profesör kabul ettiğini duyar. Türkiye'ye gelmek üzere yola çıktıklarında Alman polisi onları durdurur ve karısını alıkoyarlar. Profesör tek başına İstanbul’a gelir ve eşini kurtarmak için çare aramaya başlar. Sonunda bir çare bulur, eşi Filistin’e giden bir gemiye biner ve İstanbul'a doğru yola çıkar fakat gemi Şile açıklarında durdurulur ve kimsenin gemiden inmesine müsaade verilmez. Türkiye gemidekilerin ülkeye girmesine izin vermez. Filistin de İngiltere’nin baskısı sebebiyle gemiyi geri kabul etmez. Profesör her gün Şile sahiline gider uzaktan karısının içinde bulunduğu gemiye bakarak ona kavuşmanın hayalini kurar fakat çok kötü bir son onları beklemektedir. Karısını beklemek için sahile gittiği günlerden birinde büyük bir patlama olur ve içinde onlarca insanı barındıran Struma gemisi batar. Rusya attığı bir füze ile geminin batmasına sebep olmuştur. Bu olay sonucunda profesör büyük bir şoka uğrar ve hastalanır. Tedavi olmak için de Türkiye'den uzaklaşır ve Amerika'ya gider.
Profesörün acı dolu hikayesi bu şekildedir. Bu yaşlı hâliyle Şile'de, donma pahasına karısına yaptığı serenat da karısının mezarı önünde onu anmak için yaptığı bir eylemdir. Profesör iyileşip hastaneden çıktıktan sonra Amerika’ya geri gider. Tüm bu olanlardan sonra Maya işinden kovulur.
Bir gün Maya'ya Amerika’dan bir paket gelir. Bunu Maximilian Wagner göndermiştir ve içinde karısına serenad yaptığı kemanı ve çevirisinin yapılması için bir kitap bulunmaktadır. Maya çeviriyi yapmaya çalışırken Amerika’dan Wagner'in çok hasta olduğu ve Maya’yı görmek istediği haberi gelir. Ölmeden önce Maya’dan son bir isteği vardır profesörün. Maya'dan öldüğünde küllerini karısıyla buluşturmasını, yani bedeninin küllerini Şile denizine dökmesini ister. Sonra da ölür. Maya bu arzuyu yerine getirir ve külleri denize döker.
Serenad konusuyla beni çok etkileyen bir roman. Hüzünlü bir aşk hikâyesi gibi görünse de esasında ırkçılığın ve acımasızlığın olanca çıplaklığıyla ortaya koyulduğu bir eser. İnsan ögesinin renge, dine, aileye göre nasıl değer kazandığını ya da kaybettiğini anlatan bir kitap. Kitapta yer alan bu ırkçılık ve geçmişte büyük yaralara yol açmış olan yahudi soykırımı, kitabı okudukça sanki tekrar yaşanmış gibi üzdü ve etkiledi beni. Yutarcasına okuyup geçtiğim satırlar, bu kurgu karakterlerin üzerinden işlenen acılar, aslında tarihin tozlu sayfalarında başka insanların; ismi bilinmeyen fakat yaşayan, gerçek insanların başına gelmiş olaylar. Bu acıları geçmişte birileri çekti, bu haksızlıklara birileri maruz kaldı, o Struma gemisinin içinde gerçekten çaresiz insanlar umutla yaşama sarılmayı beklediler fakat umutlarını zerreleri kalmayacak derecede yok eden insanlık dışı bir muameleye maruz kaldılar. Bunları düşünmek kitabı okuduktan sonra kendimi çok kötü hissetmeme sebep oldu fakat yine de tüm bu vahşetin geçen zamanla birlikte üstünün örtülmesindense böyle kurgu bir şekilde de olsa ifade edilmesi çok güzel. Geçmişte kalmış da olsa insanları bu şekilde ayırmanın, dini farklı olduğu için onları katletme hakkını kendinde görmenin ne kadar iğrenç bir şey olduğunda herkes hemfikir olmalı. Bu yüzden geçmişte saklı kalmış tüm bu ayrımların, vahşetlerin anlatıldığı bu roman iyi ki yazılmış. Yazarın hüzünlü bir aşk hikayesiyle bu vahşetin izlerini daha duygusal bir boyuta taşıması da ayrı bir başarı. Kitap kesinlikle elinizden bırakamayacağınız bir kitap. Mutlaka okumalısınız.
Yazımı okuduğunuz için teşekkürler... :)
Yorumlar
Yorum Gönder