-Benim Dünyam Film İncelemesi-

    Bu blogumda izlediğimde derinden etkilendiğim bir filmi ele alacağım: Benim Dünyam. Uğur Yücel'in hem yönetmenliğini hem de başrolünü yürüttüğü ve Beren Saat'in mükemmel bir oyunculuk performansı sergilediği 2013 yapımı film, geniş oyuncu kadrosu ve ilgi çekici konusuyla beyazperde tutkunlarını kendine hayran bırakmıştır. Sinemaya derin bir ilgim olmamasına karşın bu filmi büyük bir hayranlıkla izlediğimi söylemeliyim. Özellikle bir eğitimci adayı gözüyle izlediğimde Mahir Hoca karakterinin mükemmel sabrı ve emeğini görmek kendimde birçok eksiklik hissetmeme sebep oldu. Aynı zamanda eğitimci ve eğitimci adayı olan herkesin izlemesinin yararlı olacağı kanaatindeyim. Şimdi gelin beraber eğilelim bu etkileyici filmin ana temasına.   

   Ela variyetli bir ailenin henüz iki yaşındaki bebeğiyken doktorlar tarafından hem sağır hem kör olduğu tanısı konan bir kızdır. Bu durum sonucunda dünyası başına yıkılan annesi, her ne kadar acıysa da durumu kabullenip bağrına taş basar ve kızını olduğu gibi kabul eder. Zaman geçip Ela’nın sağlıklı bir kardeşi olduğunda annesi ve babasının acısı bir nebze diner ama Ela hep onların, özellikle de annesi Handan Hanım’ın kanayan bir yarası olarak kalmıştır. Günler geçip Ela sekiz yaşına geldiğinde yabani, nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, kavramları ve anlamlarını bilmediği için hiçbir şeyi tanımayan bir çocukluk geçirmeye başlamıştır. Göremediği ve duyamadığı için çevresinde olan çoğu şeyi idrak edemez, karanlık ve sessiz, hiçbir varlığın olmadığı dünyasında yalnız ve umutsuz bir bekleyişle günlerini sürdürür. Babası tam da bu noktada onu akıl hastanesine kapatmaya niyetlenmişken bu durumuna dayanamayan annesi Handan Hanım, bir tanıdık vasıtasıyla alanında başarılı bir özel eğitim öğretmeni olan Mahir Bey’i, Ela’ya özel hoca olarak tutmak istediğini eşiyle paylaşır.  

   “Görmeyen ve işitmeyen bir çocuğa bir şeyler öğretmek için öğretmen değil, sihirbaz olmak lazım!” diye haykıran Refik Bey, başarılı ve istikrarlı bir öğretmenin gerektiğinde ortaya bir sihir gösterisini anımsatacak mucizeler koyabileceğini ilk başta bilemez. (Doğrusu bu kadarını ben de bilmezdim.) 
   Mahir Bey’in ablası da Ela’yla aynı kaderi paylaşmış, sonunda kirli bir akıl hastanesinin loş koridorlarında yaşamını yitirdiğinden Mahir Bey bu konuda oldukça hassastır, bu teklifi kabul ederek eşyalarını toplar ve Handan Hanım ile Refik Bey’in evine gelir. “Ah Ela’cık, senin dünyan bambaşka olacak,” diyerek ve büyük bir sabır göstererek Ela’ya her şeyi en baştan anlatır. Suyu, taşı, yağmuru, topu, anneyi… Daha birçok şeyi...     Ela her hırçınlaşıp karanlığına sığınmaya çalıştığında onu yeniden ayağa kaldırır ve bunu her seferinde öyle tükenmez bir umutla yapar ki bir öğretmen daha ne kadar mükemmel olur diye hayretle izlersiniz. Bir öğretmenin öğrencisi için hiçbir zaman pes etmemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder: “Cereyan kesildiği vakit ne zaman geleceğini biliyor muyuz? Hayır, bir an karanlıkta kalıyoruz ama o ışığın geleceğini biliyoruz. Ben buraya bu yüzden geldim, bu çocuğun içindeki ışığı çıkarmak için…” Ve dediğini yapar. Zor olur, yıpratıcı olur, yıllar sürer… Fakat Ela ve Mahir Hoca; birbirine sadık iki dost, her şeyin üstesinden geldikleri gibi bunun da üstesinden gelirler ve Ela Mahir Hoca sayesinde edebiyat fakültesini kazanır.

   Derslere beraber girerler, Mahir hoca anlatılanları ona işaret diliyle anlatır ve o da yeni, hiç bilmediği bir dünyanın içinde, canla başla çalışır. Düşümüz mezun olmak der, hocasına; onların düşleri el ele vererek 18 yıl önce başladıkları bu yolu tamamlamakta yatar, onların saf ve güzel düşü Ela’nın siyah dünyasına aldırmadan siyah cüppesini giyerek hocasına uzatacağı diplomadadır. Fakat Ela bu diplomayı almak için ne kadar çabalasa da onun için sınavları geçmek çok zordur, umutsuzluğa kapılır, pes edecek olur. Mahir Hoca: “Karanlık umutsuzca seni yutmak istiyor. Her zaman ışığa doğru yürümelisin. Umutla dolu her adımın beni yaşatacak,” diyerek her zaman yaptığını yapıp ona güç verir. Ela bu sözler üzerine tekrar tekrar çabalarken zaman bir su misali akıp yılları dalgalandırmaktadır.

   Mahir Hoca da zamanın seline karışır, yaşlanır ve yavaş yavaş bazı şeyleri unutmaya başlar. Ela’yı bile. Alzheimer tanısı koyan Mahir Hoca uzaklara gider. Bu süreçte Ela gayreti bırakmaz ve çok çalışarak yıllar önce temellerini attıkları düşlerini gerçekliğe dönüştürür. 40 yaşına geldiğinde edebiyat fakültesinden mezun olan Ela, siyah cüppesini giyerek onu siyah dünyasından arındıran hocasının kaldığı akıl hastanesine gider ve düşlerinin gerçek olduğunu hocasına görmeyen gözlerindeki sevinç parıltısıyla anlatır. Her ne kadar Mahir Hoca hiçbir şey hatırlamasa bile bu defa da Ela pes etmez; çünkü Mahir Hoca’sının ona öğretmediği bir kelime varsa da o da “imkansız” kelimesidir. 



   Başrollerini Beren Saat ve Uğur Yücel’in paylaştığı dram niteliğindeki bu film, izlerken yer yer tenimin ürpermesine ve gözlerimin dolmasına sebebiyet verecek kadar etkileyerek derinden sarstı beni. Özellikle Beren Saat’in oyunculuğuna hayran kaldığımı yinelemeliyim. Can verdiği karakteri seyirciye hissettirebilmek ne denli zorken, o bunu mümkün olacak en güzel şekilde yaptı. Uğur Yücel ise bir öğretmen timsaliydi adeta. Bir öğretmenin fedakârlığı, yüce gönüllülüğü, sabrı, emeği ancak bu kadar güzel bir şekilde aksettirilebilirdi beyaz perdeye. İşin özü, film benim için oyunculuk açısından fevkalade doyurucuydu. Konu da oyunculuk kadar mükemmeldi. Hayatın gerisine itilen gerçekler özelinde engelli bir kızın yaşamındaki acılara kendi yağında tükenmiş bir mumun ışık vermesini anlatıyordu bu güzide film. 
   İzlediğim her ne kadar bir kurgu da olsa, iyi bir öğretmenin bir insanın yaşamına dokunup onun hayatını tamamen değiştirebileceğini, kendini bir başkasının ruhuna vakfetmenin kendi ruhunu tamamladığını gösterebilmenin en muazzam şekliydi. Karşılıksız sevgi ve iyiliğin yeşerttiği umut tohumlarının Ela’nın yaşamında hiç göremeyeceği kadar güzel çiçeklerin açmasına aracı olduğunu görmek, bir yanda içimde sonsuz bir mutluluğun dalgalanmasına sebep olurken diğer yanda ince bir hüznü beraberinde taşıdı film boyunca. 

   Gözlerimi kapattığımda gördüğüm karanlıkta Ela’nın dünyasını paylaştım ve Mahir Hoca’nın mucizelere gebe çirkin sesine kulak verdim. Ela’nın kulaklarında olmasa bile, kalbinde yankılanan bu sesin her tınısında özel bir güç vardı. Sonsuz karanlığa bir ışık yakan dokunuş, bir nefeste yaşam buluyordu. Bu nefesle bir yaşam var oluyordu. Karanlıktan aydınlığa, umutsuzluğun haykırışından umudun muzafferiyetine uzanan bir yolculuktu Ela’nın hikâyesi ve de çok güzeldi. 

   Siz de bu güzel hikâyeye tanık olmak isterseniz benim gibi kahvenizi alıp Ela'nın umut dolu yaşamını izleyebilirsiniz.



 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şimdiki Çocuklar Harika Kitap Değerlendirmesi

Fareler ve İnsanlar Kitap İncelemesi