Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap İncelemesi
Bugün bloğumda Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'na yer vereceğim. Peyami Safa'nın kendi hayatından izleri bir kurguya büründürerek sunduğu bu romanı, okurlar tarafından büyük ilgi görmüştür. Peyami Safa, 1899 yılında İstanbul’da doğmuş, şair İsmail Safa’nın oğludur. Psikolojik ve fiziksel olarak yaşadığı zorlu yaşam koşullarından ötürü on yedi yaşına kadar bir kemik hastalığı ile savaşmıştır. Bu hastalığının sebep olduğu deneyimlerini, acılarını ve hislerini Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli romanında bir kurgu çerçevesinde okuyucuya sunmuştur. Yaşadığı hastalık ve dönemin siyasi koşulları dolayısıyla maddi zorluk yaşamış ve bunlardan ötürü öğrenimini sürdürememiştir, yarım bırakmıştır. Fakat hastalıkların ve çeşitli zorlukların yıldıramadığı Safa, kendini geliştirmiş, tamamen kendi çabalarıyla yabancı dilini geliştirmiş, öğretmenlik yapmış, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan başarılı yazılar yazmıştır. Psikolojik romanlarıyla bir idol haline gelen Safa, romanlarında kullandığı ruh çözümleme ve analiz teknikleriyle kahramanların duygu ve düşünce dünyasını okuyucuya derinlemesine hissettirmiştir. Hayatta yaşadığı sıkıntı ve zorluklara karşın kendini geliştirebilmesi, böyle başarılı eserler ortaya koyabilecek mertebeye erişmesi benim çok takdir ettiğim bir durum. Onun yerinde bir başkası olsaydı belki de hastalığı ve zorlukları aşmayı denemez, kaderci bir anlayışla buna mahkum olduğunu düşünerek boş ve acı dolu bir yaşam sürerdi fakat Safa, bugüne miras bıraktığı eserleriyle Türk edebiyatının önemli bir sembolü haline gelmeye muvaffak olmuş azimli, sebatkar ve başarılı bir insandır.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu da bu mücadeleyle geçen yaşamın en hassas dönemi olan çocukluk-ilkgençlik yıllarının bir yansımasıdır. Romanın başkahramanı olan Safa kendisinden hasta çocuk diye bahseder. 15 yaşındaki hasta çocuk 7 yaşından bu yana dizindeki tanısı tam olarak konulamamış olan hastalık nedeniyle rahatsızlık yaşamaktadır. Yaşamı hastane koridorlarında, hekimlerin peşinde geçmiştir. Sonrasında yapılan incelemeler nihayetinde dizindeki hastalığın “Kemik Veremi” olduğu saptanır. Bu şiddetli hastalık tedavi edilmezse hasta çocuğun bacağı kesilecektir. Bu hastalıkta önemli bir nokta bünyenin kuvvetlendirilmesidir; eğer beslenme düzenine özen gösterir, heyecandan uzak kalır ve kendini iyi hissedip motivasyonunu sağlarsa iyi olma ihtimalinin artacağını iletirler ona hekimler.
Hasta çocuk hastalığının kötülediğini annesinin duymaması ve görmemesi için evine varmak dahi istemez; fakat ne yazık ki yapacak başka şeyi kalacak başka yeri yoktur. Evine gider fakat her detayı söylemez annesine.
Onun ailesi fakir olduğundan hekimlerin istediği şekilde rahat ve kontrollü yaşaması mümkün değildir. Bu sebepten uzaktan bir akrabası olan ve Erenköy’de oturan bir paşa, hasta çocuğu kendi köşkünde misafir etmek ister. Hasta çocuk, çocukluğundan beri arkadaşı olan, paşanın 19 yaşındaki kızı Nüzhet’e aşık olur. Nüzhet de onu sevmektedir. Fakat sonra Dr. Ragıp diye bir kişi Nüzhet ile evlenmek ister. Dr. Ragıp ise otuz beş yaşında bir adamdır. Aile Nüzhet’i doktora verip vermemekte iki yana ayrılmıştır. Paşa kızı vermek istemiyorken, karısı bunun aksi yönünde vermek istemektedir.
Paşanın eşi hasta çocukla Nüzhet’in arasındaki aşkın bilincindedir. Kızının hasta çocukla olmasını istememektedir. Bunun için çocuğun hastalığının bulaşıcı olduğu yalanını uydurur ve Nüzhet'e kızar. Bir tesadüfle bu konuşmaya kulak misafiri olan çocuk, buna çok sinirlenir ve alınır o dakika oradan ayrılmak ve evine gitmek ister. Fakat o esnada annesi köşke misafir gelir ve dolayısıyla çocuğun misafirliği birkaç günlüğüne daha uzar.
O gün aynı zamanda Dr. Ragıp ve annesi yemeğe davetlidir. Akşam çocuk, doktor ve paşanın siyasi fikirleri çatışır. Koyu bir Fransız hayranı olan Paşa ve Ragıp Bey Batı'ya hayranlıklarını dile getirip ittihatçileri eleştirirken, çocuk kendi milletini savunmaktadır. Batı hayranı olan Paşa ve Doktor ile vatanperver gencin fikirleri uyuşmadığından araları bozulur.
Sonrasında talihsiz olaylar olur. Sağlığı iyice bozulmaya başlayan çocuğun Nüzhet'in evlenmesi meselesi yüzünden morali de iyice bozulmaya başlar. Dizindeki veremin ciğere sıçraması olasılığı meydana gelince ameliyat yapılması, lazım gelirse bacağının kesilmesi durumu ortaya çıkar.
Hasta çocuk ameliyat olmak üzere 9. Hariciye Koğuşuna aktarılır. Doktorların büyük çabasıyla bacağının kesilme ihtimali ortadan kalkar fakat az miktar kısalmıştır. Bununla birlikte hastalığı da geçmiş, hasta çocuk tam anlamıyla iyi olmuştur.
Hastaneden taburcu olmasına yakın Nüzhet ve Doktor Ragıp'ın nikahlarının kıyılacağını öğrenir çocuk. Hassas ve duygu dolu dünyasında bu, onun için büyük bir darbe olmuştur.
Safa'nın bu romanını diğer romanlarında olduğu gibi hayranlıkla okudum. Konusunun kendi hayatından olması, otobiyografik bir özellik taşıması dikkatimi celbeden bir diğer unsurdu. Bu sayede az da olsa Safa'nın hastalığının ona nasıl hissettirdiğini hasta çocuk üzerinden anlamış ve hissetmiş oldum. Başarılı bulduğum bir diğer nokta Safa'nın müthiş psikolojik tahlillerinin olmasıydı. Karakterlerin duygu ve düşünce dünyasını birebir hissettiğim roman yaşadıklarına onların gözünden bakmamı sağladı âdeta. Bu noktada çok başarılı ruhsal çözümlemelerin, düşünce ve duygu analizlerinin edebi bir dille okuyucuya sunulduğunu yinelemem gerek. Dile değinmişken kitapta eski kelimelerin fazlalığını yadsımamak gerektiğini de belirtmeliyim. Fazlaca eski kelime içeren kitap yine de zengin tasvirleriyle düş gücüne hitap eder ve okurun romandaki yerleri bizzat görmüş, insanları bizzat tanımış olmasına olanak sağlar nitelikteydi. Bununla beraber anlatımda eski kelimeler olsa da anlatım çok uzun değildi, kitap 112 sayfadan oluşmaktaydı. Bundan hareketle anlatılmak istenenin zengin bir üslup ve akıcılıkla verildiğini söyleyebilirim. Romanın konusu da gayet başarılıydı. Hassas bir çocuğun imkansız aşkının ve hastalığının mücadelesini anlatan kitap çocuğun iç dünyası üzerinden ilerliyordu. Kahraman bakış açısının kullanılması da bu noktada kendinizi kahramana yakın hissetmenizi ve ona bağlanmanızı sağlayan bir unsur. Verilen alt mesajlara da değinerek değerlendirmemi sonlandıracak olursam Safa'nın diğer romanlarında olduğu gibi milliyetçiliğinin ve vatanperverliğinin hasta çocuk üzerinden ön plana çıktığını görüyoruz. Özellikle Paşa ve Dr. Ragıp üzerinden verilmeye çalışılan Alafranga hayranı tiplemenin acizliğini, kendi değerlerini yadsımışlığını, dejenereleştiğini, kendi milli kültüründen sıyrıldığını bununla beraber hasta çocuğun sonuna dek kendi milli değerlerini savunduğunu Safa'nın diğer romanlarında gördüğümüz gibi Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda da görüyoruz. Özetle Safa'nın romanlarında önemli bir yer tutan Doğu-Batı sentezi burada da etkisini gösteriyor. Sonlandırmak gerekirse, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu beğenerek okuduğum bir roman. Ana konusunun yanında verdiği alt mesajlarla da önemli bir yapıt. Edebi bir zevk vermesi de öğretici mesajlarının yanında takdire şayan bir nokta. Mutlaka okumalısınız. Değerlendirmemi okuduğunuz için teşekkürler. :)
Yorumlar
Yorum Gönder